Brütal Legend
They can’t stop us
Let ’em try
For heavy metal
We would die!
Aslında Brütal Legend’a uzun uzadıya bir inceleme yazmaya gerek var mı bilmiyorum, Manowar isimli güzide grup Die for Metal şarkısıyla beş dakika on bir saniye içinde Brütal Legend’dan ne beklenmesi gerektiğini olabilecek en gaz şekilde ortaya koyuyor. Yazı bitti, pogo yaparak dağılabiliriz.
Rock of Ages:
Gerçekten de Brütal Legend’ı anlatmak tanrıların bahşettiği eserler varken oldukça zor. Oyunun hikayesini bile birkaç şarkı üzerinden anlatmak mümkün. Şöyle diyelim, oyunun hikayesi Motörhead’den The Road Crew ile başlıyor, Judas Priest’ten Breaking the Law ile devam ediyor, arada Riot’ın Road Racin’i ile sürse de Mötley Crüe’nün Kickstart My Heart’ıyla dramatik bir değişime uğruyor, Lita Ford’dan Betrayal, Ozzy Osbourne’dan Mr. Crowley ile dramanın dozunu arttırsa da epik final yine Priest’in The Hellion/Electric Eye kombosuyla geliyor. Brütal Legend’ın hikayesi bütün metal tanrılarının ilmek ilmek dokuduğu devasa bir destan ya da günlerce süren bir stadyum konseri gibi. Elbette zamanın ve MTV’nin tanrılara aynı saygıyı duyduğunu söylemek zor ve baş kahramanımız, roadielerin şahı Eddie Riggs de rezil bir pop/rock grubuyla turlarken bunun oldukça farkında. Sahnede yaşanan bir kazada görev bilinciyle kendi hazırladığı epik dekorların altında kalan Eddie kolyesinin sayesinde kendini bambaşka, her şeyin daha farklı, daha samimi, daha gerçek ve daha metal olduğu bir dünyada buluyor. Hikayenin pek de özgün bir yanı yok. Kötü adamlar (Hair Metalciler) dünyayı ele geçirmiş, bizim de görevimiz doğal olarak bu dünyayı kurtarmak. Hikayenin genel örgüsünün özgün olmamasını olumsuz bir unsur olarak değerlendirmek, kendini sadece dünyası ve hikayesiyle değil, aynı zamanda arkaplanda yarattığı basit ama eğlenceli mitoloji ile de farklı kılan Brütal Legend için haksızlık olurdu. Örneğin silahlar ve arabamız için geliştirmelerin tam olarak paraya benzer bir sistemle alınmasına karşın bunun para olarak değil metal tanrısı Ormagöden’ın lütfu olarak adlandırılması ve “para kazanma” biçiminin mitolojiye yedirilmesi çok basit bir iş gibi gözükse de yeni bir gerçekçiliği inanılır bir şekilde inşa etmede oyunun gücünü gösteriyor. Bununla birlikte hikayede yaşattığı sürprizler belki tahmin edilebilir olsa da ilgiyi çekmek için yeterli oluyor.
Double Fine oyuncuyu farklı bir evrene taşımasına rağmen metal müzik ile biraz olsun aşinalığı olan birinin kendini hemen evinde hissedebileceği bir atmosfer yaratmakta harika bir iş çıkartmış.
Symptom of the Universe:
Jack Black’in seslendirdiği kahramanımızın kendini bulduğu Brütal Land müziğin felsefesiyle harika bir harman oluşturmuş. Devasa kare haç heykellerinden arka ayaklarının yerinde chopper tekerlekleri ve egzozları olan geyiklere, çelik kirişler dokuyan metal örümceklerden headbang yaparak işlenen madenlere kadar müzik ile coğrafya arasında kusursuz bir bütünlük var. Karakterler de evrene aşinalık duygusunu pekiştirmede oldukça başarılı. Jack Black’in yanısıra ilk büyük düşmanımız Lionwhyte’ı ve kendisine yakışan bir şekilde tam bir seks bombası olan Baron karakterini seslendiren Rob Halford, grubumuzun şifacısı Kill Master’ı seslendiren, beklendiği üzere, Lemmy Kilmister, arabamızı ve silahlarımızı metal tanrısı Ormagöden’e layık hale getiren Guardian of Metal Ozzy ve daha ufak rollerde Kyle Gass, Lita Ford gibi isimler tam olarak “x tarafından x için” klişesinin “metalciler tarafından metalciler için” hayvanlar gibi yapılmış bir biçimini yaratmış. Bu kadar büyük isme rağmen ilk bölgeyi geçtikten sonraki bölgeler ise yine yer yer etkileyici sahneler sunsa da ilk üssümüz olan Bladehenge’e gelince yaşanan çene düşme efektini tekrar yaşamak zor. Bunun da başlıca sebebinin deri ceketleri ve boğa derisi kırbaçlarıyla Tim Schafer’in başında “oyun niye çıkmadı hala” diye bekleyen EA yetkilileri olduğunu hayal etsem de kendisine kalsa oyun hiç çıkmayabilirdi de, o yüzden çok da şikayet edemiyorum. Oynanış açısından ise Brütal Land’in genel olarak açık dünya ile çeşitli bölgelerden oluşan bir dünya kırması olduğunu söylemek mümkün. Ana görevler bitene kadar bir sonraki bölgeye geçiş yapılamıyor ve ana görevler bittikten sonra bir önceki bölgede sadece yan görevler ve çevreden toplanabilecek yeni şarkılar, gitar sololarıyla dirilttiğimiz ve çevredeki pis hair metalcilerin ve gothların yüzünü eritebileceğimiz sololardan bir tollusk sürüsü (bildiğiniz öküz ama metal öküz) çağırıp düşmanları ezdirebileceğimiz sololara kadar seçenek yaratan sunaklar, Ozzy’e baltamızın ve arabamızın modifikasyonların yaptıracağımız yeni garajlar, mitolojiye ilişkin hikayeler gibi açık dünya oyunlarının değişmez unsurları kalıyor.
Manzaralar 16 yaşında ilk defa Savatage’ı duyan bir ergenin ıslak rüyası gibi ve muhteşemler.
Master Exploder:
Oynanış da atmosferle tamamen bütünleşmiş. Düşmanlarımızı baltamızla biçerken bir gitar notasıyla yıldırım indirip bir başka notayla alevlerin içinde dizlerimizin üstünde kayarak etrafı dağıtıyoruz. Oyunda bulunan destek üniteleri ile takım olmak da ayrı saldırılar sağlıyor. Örneğin headbangçilerle ekip oluşturup her tarafı kafa sallayarak dağıtabiliyoruz ya da roadielerle amfi taşıyıp sağlam bir ses dalgasıyla savunma kulelerini yıkabiliyoruz. Kill Master’ın şifacıları, Baron’un motorcuları derken çok sayıda destek ünitesi olması çok sayıda farklı ve eğlenceli saldırı biçimi sağlıyor. Bunları da sololar ve Ozzy’den aldığımız gitar ve balta geliştirmeleriyle birleştirince oyunda savaşmak fazlasıyla tatmin edici. Yine de düşmanların verdiği hasar oyunu tam ideal bir zorluğa getirecek kadar yüksek olsa da etkileyicilik açısından zayıf ve oyuncuya aldığı hasar için geri bildirim vermek konusunda yetersiz kalıyor. Oyunun hack & slash kısımları nispeten zevkli olsa da Double Fine doğru bir şekilde yirmi küsür saatlik bir oyun için sadece baltayla adam biçmenin sıkacağını düşünüp oyun tarihinin en rezil kararlarından biriyle oyuna gerçek zamanlı strateji unsurları eklemeye karar vermiş. Aslında strateji unsurları oyuna iyi yedirilmiş. İki taraf da sahnelerini kurup konsere başlıyor, bu sahne sayesinde yeni üniteler üretiliyor, gayzerlerden fışkıran fanlar ürün satacak tezgahlar kurup gruba bağlanıyor ve bu sayede ünite geliştirmeleri ve yeni üniteler için kaynak sağlanmış oluyor. Sonrasında da bu yaratılan ünitelere üç tane bekle, saldır, takip et gibi basit komut verebiliyoruz. Kağıt üzerinde gayet güzel gözükse de hem aslında oldukça zevkli olan birebir dövüşlerde aha askerlerim gitti diye sahneye dönüp ünite basmak, 10 farklı ünite biçimi ve çok kısıtlı savaşçı sayısı limiti ile uğraşmak hem hack & slash hem RTS kısmını bunaltıcı bir hale getiriyor, gerçek bir Manowar hayranı gibi bırakın beni ben tek başıma dalacağım diye bağırmaya neden oluyor. En azından hafiften bunalınca arabamız Deuce’u alıp bir kısmını etraftan topladığımız 107 gaz şarkıyla türlü türlü hair metalci ve Doviculus’un iblisini ezmek tekrardan keyiflenmek için yeterli.
Marching Off to War:
Ana görevler ise çeşitlilikten yoksun, hedef olarak eğlenceli ya da komik olsalar bile bir görevi yapmak için sadece tek bir yol olması, özellikle de RTS unsurları işin içine girmeye başlayınca oyunu iyice tekdüze bir hale getiriyor. Bölüm sonu canavarları da aynı sorundan muzdarip. Sıradan düşmanlara karşı kullanabildiğimiz tonla seçenek olmasına karşın güçlü düşmanlar belli bir saldırı hariç hiçbir şeyden etkilenmiyor ve geriye sadece belli bir saldırıyı yapmak için uygun zamanı kollamak kalıyor. Görevler sırasında iyi yerleştirilmiş müzikler bile zaman zaman durumu kurtarmaya yeterli olmuyor ve atmosferin büyüsü ortadan kalkıyor. Yan görevler ise çeşit olarak az sayıca bol olsalar da ana görevlerin aksine sıkmadan oynanabiliyor. Özellikle RAGE incelemesinde bahsettiğim bir gerilla savaşı vermenin eksikliği Brütal Legend’da yok. Headbangerlar ile kötülere karşı pusu kurmak, bir karşı saldırıya karşı sabit bir pozisyonu savunmak, topçu bombardımanı için hedef vermek gibi RAGE gibi nispeten daha gerçekçi, yetişkin bir oyunda bulunmayan gerilla savaşını bu kadar esprili bir oyunda kısmen de olsa yansıtmayı başarıyor. Bunlar haricinde yan görev olarak partiye bira taşımak, headbanger ekibi ile arkadaşımız bir hatuna yazarken diğer talipleri kovalamak gibi yaratıcı ve komik görevler de olması oyunun kalitesini arttıran ufak detaylardan.
Bir evrenin hikayesini hayatında ilk defa ne dediği anlaşılarak konuşan Ozzy’den dinlemek kadar güzel bir şey var mı?
Technical Difficulties:
Ses konusunda şimdiye kadar değinmediğim oyunun kendi müzikleri ve ses efektleri kaldı. Oyunun kendi müzikleri bu kadar fazla efsaneleşmiş şarkı varken elbette ön plana çıkmıyor fakat müziksiz dolaşırken arka fon oluşturmak konusunda gayet iyi bir iş çıkartıyorlar. Ses efektleri ise karşıma düşman grubu çıksa da lobut gibi devirsem dedirtecek kadar tatmin edici. Grafikler de yaşını pek belli etmiyor, zaten atmosferin büyüsü, renklerin uyumu derken “hmm şuradaki toprak azıcık düşük çözünürlüklü mü gözüküyor” şeklinde düşünmeye fırsat kalmıyor. Kontroller ise bir hack & slash oyunundan bekleneceği gibi konsollar için dizayn edilmiş fakat klavye ve fare ikilisi de sorunsuz bir deneyim sağlıyor.
Through the Fire and Flames:
Brütal Legend, metal ile ilişkisi en azından “bu herifler neden kafa sallıyor” diye merak eden insanlar için denenmeyi hak ediyor, metal camiasının ise biraz RTS kısımlarında sıkılacak olsalar da kesinlikle oynaması, bitirmesi, San Francisco’da Double Fine stüdyosunun önünde ikinci oyunu yapın diye yürüyüş düzenlemesi gereken bir oyun. Lemmy’i kaybettik bile, ikinci oyun için çok zamanımız kalmadı.