Trine 2: Complete Story
İlk Trine’ı oynamadan önce, o dönemde kapakları patlamış bir barajdan akan sel suları gibi gelmekte ve birbirinin kopyası gibi olan onlarca iki boyutlu platformlardan biri olduğunu düşünüyordum. Evet, en azından onlar gibi her şeyin siyah ve gri renklerde olmadığı bir oyun olduğu ekran görüntülerinden belliydi ancak bitirdikten sonra Frozenbyte’a teşekkür postası yazma isteği uyandıracağını söyleyen olsa alevli okla kovalardım muhtemelen.
Mükemmel cilalama
Frozenbyte, Trine 2 ile ilk oyunda doğru yaptığı her şeyi almış ve geliştirmiş. Hikaye anlatımı, karakter gelişimi, bölüm tasarımları, grafikler, bulmacalar, dövüş mekanikleri gibi her alanda öncülünden daha iyi bir oyun. Krallığı kötülükten kurtaran kahraman grubu bu sefer de yine fazlasıyla klişe bir maceranın içinde kendilerini bulurlar ve bir bilinmeze doğru yola çıkıp prenses kurtarmak için bulmacaları çözmeleri gerekir. Yine bölüm aralarındaki birkaç cümlelik metinlerle gerçekleştirilen temel anlatımın yanında bu sefer bölüm içlerindeki diyaloglar ve toplanabilen ekstra materyallerle hikayenin oyuncuya aktarımı biraz daha iyileşmiş. Tabii ki böyle bir seriden bir The Witcher derinliği beklenmediği için genellikle oynanışa odaklanmak daha iyi bir seçenek.
Yine bolca şelale görebiliyoruz <3
İlk oyunla aynı mekanikleri içeren Trine 2 bu mekanikleri kullanan karakterler üzerinde köklü değişimler içeriyor. Karakterlerin bazı yeteneklerini kullanmak için gereken mana havuzunun kalkması göze çarpan ilk önemli değişiklik. Mana yerine stamina benzeri bir sistem gelmiş, bundan en fazla faydalanan karakter ise büyücü Amadeus olmuş. Mana olmamasıyla yeteneğinin elverdiği kadar nesne yaratmak mümkün. Çeşitli özellikler sunan eşya toplama ve kahraman envanterlerinin kalkmış olması göze çarpan ikinci önemli değişiklik. Bir süre ilerledikten sonra fark edilen diğer bir büyük değişiklik ise toplanan deneyim puanlarının tüm karakterlere eşit olarak dağıtılması yerine ayrı ayrı kullanılması oluyor. Bu sayede bir karakterin yeteneğini açmak stratejik bir öneme sahip oluyor. Neyse ki oyunda yeteri kadar deneyim puanı toplanabiliyor ve istenilen anda verilen bu puanları sıfırlayıp farklı yeteneklere dağıtmak mümkün.
İşte her şeyin sebebi olan Trine
Zoya’ya denge yaması şoku
Burada yapılan farklar karakterleri ise yetenek anlamında biraz daha yakınlaştırmış. Örneğin şövalye artık ikinci silahı olan çekici fırlatabiliyor. Tabii ki bu hırsız Zoya kadar efektif değil ancak yine de uzak mesafeden bir şeylere vurmak istendiğinde görevini başarıyla yerine getirebiliyor. Zoya bir süreliğine görünmez olabiliyor, Amadeus ise düşmanları havaya kaldırabiliyor veya kafes içerisine alabiliyor. Açıkçası yeni değişiklikleri fazlasıyla sevdim. Özellikle Amadeus’un ilk oyundaki fazla savunmasız hali zaman zaman zorluk yaratıyordu ve diğer iki karakter öldüğünde Amadeus ile ilerlemek pek mümkün olmuyordu. Tüm bu değişiklikler karakterleri birbirine yakınlaştırmış olsa da, bu sefer oyunda düşmanlar çok daha kalabalıklar ve böyle bir durumda Amadeus’la çırpınmak yerine seçenek yine Pontius oluyor.
Masal diyarındaki yolculuk devam ediyor
Grafikler ilk oyundaki gibi yine mükemmel. Üç boyutlu dünya bir hayli detaylı tasarlanmış ve özellikle atmosfer efektleri hayranlık uyandıracak kadar güzel görünüyor. Mekan tasarımları ise ekran görüntüleri alınıp kağıda bastırılarak bir peri masalı kitabı oluşturacak seviyede. Her ne kadar ilk oyunun Enchanted Edition’ını yazmış olsam da, orijinal haliyle de oynamıştım ve ikinci oyun için grafik motoru üzerinde yapılan geliştirmeler Frozenbyte’ın işini başarıyla yaptığının bir göstergesi. Oyundaki birçok şeyin animasyonu özel olarak yapılmış. Çok fazla spoiler vermeyeyim ama dev kurbağa ve ahtapota hayran kaldım. Genel olarak her şey ilk oyundakinden çok daha güzel görünüyor. İncelemek için oynadığım sırada oyunlarla alakası olmayan insanlar bile durup bir süre ekranı izlediler ve renk paletinin, çizimlerin, yaratılan dünyanın ne kadar güzel olduğundan bahsettiler.
Böyle anlarda oynamayı bırakıp mekan tasarımlarını izlemeye daldım, Sanitarium’u hatırlatmıyor mu?
Müzikler için tekrar Ari Pulkkinen ile çalışılmış ve ortaya yine tekrar tekrar dinlenecek bir soundtrack ortaya çıkmış. Pulkkinen’in bestelerini herhangi bir AAA RPG’de duysaydım herhangi bir eleştiri yapmazdım, o derece başarılı. Bu sefer farklı olarak düşmanlar ortaya çıktığında teması ve temposu değişen dinamik müzikler kullanılmış. Bu her ne kadar güzel olsa da oynarken zaman zaman durup şarkının değişiminden rahatsız olduğumu fark ettim. Neden bilmiyorum ama bu geçişler yeterince yumuşak değilmiş gibi hissettirdi. Yine de şarkılar çok hoş, o yüzden müziklere laf ederek Pontius’un çekicini yemek istemiyorum.
İskeletlerin modası geçmiş
İlk oyunda en çok eleştirdiğim şeyler düşman çeşitliliği ve bulmacaların aşırı basit olmasıydı. Trine 2’de iki konuda da büyük değişimler mevcut. Artık iskeletler yerine goblinlerle savaşıyoruz ve çok daha mantıklı hareket ediyorlar. Zaman zaman saçma hareketler yapsalar da düşman yapay zekası ilk oyuna göre bir hayli iyi. Goblinlerin yanında et yiyen veya alev topu fırlatan çiçekler, örümcekler, semenderler, alevli kılıçlara sahip savaşçılar gibi farklı sayıda düşman tipleri mevcut. Tüm bu çeşitlilik oyundaki dövüşlerin daha canlı olmasını sağlıyor.
Keşke kafa yorulacak bulmacalar olsaydı
Bulmacalar ise bu sefer biraz daha zor ancak Frozenbyte bulmacaları zorlaştırmak için yanlış bir yol seçmiş. Zorlandığım birkaç bulmacada Portal’daki gibi durup nasıl çözeceğimi düşünmek yerine yaptığım tek şey milisaniyelik zıplamaları başarmaya çalışmak oldu genellikle. Neden böyle bir yola gittiklerini bilmiyorum ancak oyun süresini uzatmak istedilerse oyunu 1986 yapımı Adventure Island’a çevirmeden, bulmaca mekanizmalarının çözümünü zorlaştırarak da yapabilirlerdi. Bulmacalar konusunda olan güzel gelişmelerden birisi de çok sayıda farklı mekaniğin oyuna eklenmiş olması. Hava veya alev üfleyen borular, lav akıtan mekanizmalar, su ile temas edince büyüyen bitkiler gibi çok sayıda farklı bulmaca mekaniği mevcut ve en azından bir çeşitlilik oluşturuyor.
İlk oyunda kısa süren çok sayıda bölüm yerine bu sefer daha sayıca daha az ancak daha uzun ve doyurucu bölümler tercih edilmiş. Bence çok doğru çünkü oyunun sürekli kopmasını ve ucuz bir yapım gibi görünmesini engelleyen bir tercih olmuş. Yine muhtemelen oyun süresini uzatmak için Zoya’nın fırlattığı kancayla tutunabileceği ahşap platformların sayısı azaltılmış, bu sayede iki boyutlu Mirror’s Edge havasından biraz olsun kurtulmuş.
Neden burada olduğumu pek anlamasam da böyle güzel göründüğü sürece pek şikayetçi olmam.
Ek paket tamamen teknik bir gösteri gibi
Ana hikaye bittikten hemen sonra ise bağlı bir şekilde DLC hikayesi olan Goblin Menace başlıyor. Her ne kadar senaryoya bağlı kalsa da özellikle ilk birkaç bölüm mekan tasarımları olarak bana biraz zorlama geldi. Oyunu bitirdikten sonra bile “Neden oraya gittik ki?” diye düşündüm ve aklıma gelen şeyler yapımcıların mevcut mekanlardan sıkılmış olabileceği veya grafik motoruyla farklı çevreler üzerinden bir gösteri yapmak isteyebilecekleri oldu. DLC de neredeyse ana oyun kadar oynanış süresi sunuyor ve yeni bulmaca mekanikleri ekliyor.
Çölün gecesi de gündüzü kadar güzel. Zoya ise gece daha güzel.
Bölüm sonu canavarları da mekanikleri itibarıyla gelişim gösteren bir başka alan. Her ne kadar ana senaryodaki bölüm sonu canavarı hayal kırıklığı yaratacak derecede kolay olsa da Goblin Menace ile bunu telafi etmeyi başarabilmişler. Bana göre güzel olan ancak pek beğenilmeyen Trine’ın son bölümünü yine de Trine 2’ye göre tercih ederdim. Çoklu oyuncu modu ise tüm oynanışı tamamen değiştiren bir eğlence patlaması. Trine’a da ikinci oyundan sonra eklenen Enchanted Edition’daki deneyimle tamamen aynı ve oynamamak büyük bir kayıp.
Keşke hiç bitmeseydi
İlk oyun gibi Trine 2 de genel olarak oldukça başarılı bir yapım. Her ne kadar hoşuma gitmeyen bazı kısımları olsa da masalsı grafikleri, bir hayli emek harcanmış mekan tasarımları ve şahane müzikleriyle türü sevenler başta olmak üzere herkesin oynaması gereken bir oyun. Daha önce Shadowgrounds serisinden bildiğimiz Frozenbyte gibi küçük bir stüdyonun böyle güzel iki oyun çıkarmış olması da büyük bütçeler olmadan doğru işlerin yapılabileceğinin çok güzel bir örneği.