Call of Duty 2
Moskova önleri. Kızıl Ordu keskin nişancısı Er Vasili İvanoviç Koslov, Mosin Nagant’ının dürbününden Alman hatlarını izliyor. Yüz metre mesafede Sovyet savunmasını yandan sarmaya çalışan kışlık üniforma içindeki Alman askerlerini yoğun kar yağışının da etkisiyle sadece miğferlerinden seçebiliyor. Sessizliği sadece uzaklardan duyulan makineli tüfek sesleri ve tek tük tüfek sesleri bozuyor. Atış için uygun şartlar henüz oluşmadı. Bir yandan da atış için geç kalması halinde başlarına geleceklerden haberi bile olmayacak siperdeki yoldaşlarına bakıyor. Tetikte soğuktan kaskatı olmuş parmaklarını üfleyerek ısıtmaya çalışıyor ve ilk atışını yapıyor. İsabetsiz. Kaskatı parmakları düzgün nişan almasına izin vermiyor. Bir dahaki atışı da ıskalarsa yoldaşları için artık çok geç olacak. İçinden geçiriyor “General Kış, nasıl bir soğuk bu böyle? Lütfen bir gün daha fazla yaşayayım, lütfen.”
Bütün bunlar gecenin üçünde Beşiktaş’ta bir internet kafede gerçekleşiyor. Mevsim kış, atmosfere uygunluk için camlar eksilerde gezen dereceye rağmen sonuna kadar açılmış. Temel ısınma kaynağı da ortamdaki sigara dumanı. Oturan sekiz kişiden hiçbiri camları kapatmayı önermiyor çünkü hepsinin gerginlikten elleri farelerinin üstünde kilitlenmiş, gözleri ve kulakları tamamen sürgülü tüfeklerin nereden onları avlayabileceğini hesaplamaya odaklanmış. Nihayetinde oyun bitiyor, harita değişiyor ve bu sefer Toujane, Tunus’a gidiyoruz, camlar kapanıyor. Bu alternatif gerçekliği böylesine iyi kurgulamayı başaran oyunun adı ise Call of Duty 2.
Medal of Honor: Allied Assault’u yapan ekipten ayrılanların kurduğu Infinity Ward, Call of Duty ve ek paketi United Offensive ile birlikte İkinci Dünya Savaşı oyunlarında gerçekçiliğin zirvesi olarak görülmüştü. MoH:AA’da olduğu gibi oyunun büyük bir kısmında tek tabanca değil, bizi destekleyen siper yoldaşlarımız ve doğrudan emir aldığımız üst rütbeliler ile birlikte ilerliyorduk. Yine MoH:AA’da büyük bir eksiklik olan çok çeşitli savaş araçları da bütün görkemiyle oyunda yerini almıştı. İlk oyun kadar başarılı olup olamayacağından şüphe edilen Call of Duty 2 ise 2005 Ekim’inde Activision tarafından dağıtılmaya başlandı.
Singleplayer:
Oyunu ilk başlattığınızda gergin bir müzik sizi karşılıyor. Müzik tercihi açısından haksız olduklarını da söyleyemeyeceğim çünkü New Game’e bastığınız andan itibaren sürekli olarak aksiyonun içerisindesiniz ve oyuncunun ilk görevi MG42 ateşi altından sis bombalarının desteğiyle geçmek oluyor. Oyundaki Sovyet komiserlerinin söylediği “hayatınız beş para etmez” gibi sözleri ucuz bir soğuk savaş propaganda yöntemi olarak görsem de oyun ilerledikçe elde tüfekle Tiger tankı peşinde koşulan görevler en azından oyunun kendi içinde tutarlı olduğunu gösteriyor. Tabii ki, yanınızda takım arkadaşlarınız olsa bile bu işleri yapmak da nedense hep oyuncuya düşüyor. Eninde sonunda oyunun oyuncuya sürekli en zor işlerde güvenmesinin amacı eğlenceyi arttırmakken, en azından takım arkadaşlarımızla onların başardığı işler hakkında ufak diyaloglara girmek, örneğin bir tank kalıntısının yanından geçerken bir NPC’nin bu tankı İvan ile birlikte uçurduk demesi gibi örnekler oyunun inandırıcılığını arttırabilir ve biraz olsun savaşın kaderine tek başımıza etki ediyormuşuz gibi hissetmemizi engelleyebilirdi. En önemli görevlerden birinin iletişim kablolarını tamir etmek olması basit bir er olduğumuz hissini tekrar yaratıyorken görevin sonlarına doğru toplamda üç tanka kafa üstü atlamak oyuncuyu geri Altar’ın oğlu Tarkan ruh haline döndürüyor.
Vasili İvanoviç Koslov emektar SVT-40’ı ile Stalingrad sokaklarında.
Kızıl Ordu’yla birlikte Moskova’dan Stalingrad’a fantastik işler başarıp tek başımıza savaşın kaderini değiştirdikten sonra başlayan İngiliz görevlerinde Captain Price gibi karizmatik bir liderimiz olması en azından her şeyi kendimiz yapıyormuşuz hissini engelliyor. Kuzey Afrika çöllerinde El Alamein’i savunmaya çalışırken, Rommel’in efsane hayalet tümeninin karizması oyuna daha iyi yansıtılabilirdi çünkü El Alamein saldırısı Sovyet operasyonlarının ihtişamının yerini alamıyor ve oyunun temposunu düşürüyor. Flak 88 kullanarak teker teker zırhlı araç avlamak zevkli olsa da oyunun o kısmı Call of Duty serisinin temel özelliği olan ustaca sağlanmış akıcılığı zayıflatıyor. Görevlere açılış olarak kullanılan mektuplar da basit ve klişe nitelikte olmaları sebebiyle görevler öncesi oyuncuyu havaya sokmakta yetersiz kalıyorlar. Ardından gelen tank bölümü ise Veteran zorluk seviyesinde bile bütün Alman tanklarının ucuz düdüklü tencereler kadar kolay patlaması sebebiyle Çöl Tilkisi’ni Çöl Tenceresi zannettiriyor. Oyunun bundan sonrası için iyice umudu kesip böyle devam edeceğini düşünürken, bu başarısız iki bölümün ardından Tunus’a ulaştığımızda ilk defa İngilizler ilgi çekici olmaya başlıyor. Captain Price ve Er MacGregor arasında geçen diyalogların komikliği bir yandan eğlendirirken bir yandan da oyuncunun karakterlerle daha iyi bağ kurmasını sağlıyor. Oyunun tek başarılı araç görevi olan Toujane, Tunus’un dar sokaklarında bir zırhlı araç ile Almanlarla kovalamaca oynamak oyuna olan inancımızı tazeliyor, FPS tarihinin en zevkli bölümlerinden biri oluyor ve CoD2 bütün başarısızlıklarına karşın savaşın Kuzey Afrika cephesini mutlu kapatıyor.
Band of Brothers’ın aksine koşan Alman askerleri açıkta nişan alıp ölmeden gördükleri siperlerin ardına saklanıyorlar.
Genel olarak bakıldığında vasat denebilece İngiliz görevlerinden sonra sıra elbette Amerikan görevlerine ve İkinci Dünya Savaşı oyunlarının olmazsa olmazı olan D-Day’e geliyor. Defalarca yapılmış olsa da aynı dönem oyunlarıyla, hatta daha sonraki oyunlarla kıyaslandığında bile CoD2 gördüğüm en iyi Saving Private Ryan taklidini yapıyor. Makineli tüfek yuvaları, siperlerde her köşeden çıkan Alman askerleri ve topçu bombardımanının yarattığı kaos içinde adım adım, hatta bazen sürünerek hedefe yaklaşmanın heyecanı oldukça iyi yansıtılmış. Devamında da güvenli bölge oluşturma ve Alman karşı saldırısını durdurmak da yine savaş filmleri kadar iyi bir atmosferde gerçekleşiyor. Buradan sonra ise oyun bir anda Almanya’da geçen görevlere atlıyor ve bu da bütünlük hissine oldukça büyük bir darbe vuruyor. Bu noktada sanki oyunun aceleye getirildiği hissine kapılmak mümkün. Özellikle de oyunun Wallendar’da Ren nehrini yeni geçmişken bir anda beklenmeyen bir şekilde bitmesi gerçekten de şaşırmama sebep oldu.
Genel Yorum:
Call of Duty 2’nin tek kişilik modunda yaşanan en büyük sorun bölümler arası kalite farkı ve bütünlük hissinin iyi sağlanamamış olması. Flak 88 ve uçaksavar silahı kullanılan kısımlar modifiye edilmiş Duck Hunt basitliğindeyken tank kullanmak kadar zevkli bir işi uzun süreli manevralardan ve çatışmalardan yoksun bir şekilde iyi bir hasar modeli yapılmamış araçlarla yapmak oyunun yetersiz kaldığı alanlardan. Bütünlük hissi de İngiliz görevlerinde olan iyi yaratılmış, eğlenceli ve karizmatik karakterlerin benzerlerinin Sovyet ve Amerikan görevlerinde olmaması, ara sahnelerin kullanılmamış olması, savaşın hikayesinin çok kısa anlatımlar ve mektuplarla geçiştirilmiş olması gibi sebeplerden ötürü Call of Duty 2, savaşın sadece atmosfer kısmını yansıtabiliyor. Hikaye anlatımı için ara sahnelerin oldukça ilgi çekici hazırlandığı 2006 yılında çıkan Company of Heroes, İkinci Dünya Savaşı severlerin daha çok ilgisini çekebilir. Buna karşın İkinci Dünya Savaşı silahlarını birinci kişi perspektifinden AAA kalitesinde bir oyunda tecrübe etmek çok daha farklı bir deneyim. Zorluk seviyelerinin de eline ilk defa fare alan biri ile FPS külliyatını yalayıp yutmuş kişilere göre ayarlanabiliyor olması çok büyük bir avantaj. AI oyuncuyu pozisyon değiştirerek ve el bombaları kullanarak oldukça zorlayabiliyor ama kusursuz isabete sahip el bombaları bir yerden sonra can sıkıcı olabiliyor. Oyunun en kolay zorlukta 4-5 saat arasında, en zorda 7-8 saat sürede bitirilebilmesi oyunun eksik kaldığı alanlardan biri. Yine daha önce söylediğim gibi oyunun kısa olması da hikayenin bütünlüğünü negatif etkiliyor. Bunun haricinde, çok tartışmalı bir alan olsa da medkit toplayarak HP yükseltmek gibi komik bir sistemin sonlandırılıp yerini zaman içinde yenilenen HP’ye bırakmış olması da bana göre devrimsel nitelikte bir gelişme. Tercihim her zaman için yenilenmeyen HP, ölünce son kayıt noktasından devam etmek ama bu sistem de herkese hitap etmesi hedeflenen bir oyun için oldukça iyi bir çözüm. Bu yüzden Call of Duty 2’nin tek kişilik modu en azından bir kez oynanmayı hak ediyor ama tekrar oynanışlarda oyunun aynı keyfi vermesi için gerçekten de İkinci Dünya Savaşı hayranı olmak lazım.
Multiplayer:
Tek kişilik modu iyi tasarlanmış ama bir klasik de olmayan CoD2 asıl multiplayerda parlıyor. İyi tasarlanmış haritalar çoğunlukla MOBA stili üç ana rota ve bunları birleştiren ikincil rotalardan oluşuyor. MOBA stiline uyan Toujane, Burgundy, Carentan, St. Mere Eglise, Wallendar ve Moscow haritalarının hala popüler ve hatırlanan haritalar olduğunu düşünürsek Infinity Ward’un bu açıdan iyi bir iş çıkarttığını söyleyebiliriz. Oyuncuların pek tercih etmediği haritalar ise bu üç rotadan birinin bariz avantajı ve dezavantajı olanlar genellikle. Örneğin Villers-Bocage haritasında batı yolunun uzunluğu çatışmanın hep diğer iki rotada toplanmasına sebep olurken, Beltot haritasında ortadaki rotanın sniper ve sabit makineli ateşine açık olması özellikle HQ, CTF ve S&D gibi oyun türlerinde taraflar arasında dengesizlik yaratıyor.
Kusurları olsa da denge CoD2’nin en iyi olduğu alan dersek abartı olmaz. Silahlar arasındaki taş-makas-kağıt dengesi multiplayerda bulunan Alman, Amerikan, İngiliz ve Sovyet orduları için gayet iyi ayarlanmış durumda. Dürbünlü ya da dürbünsüz sürgülü tüfekler uzun mesafede rakip tanımıyorken, orta mesafeler için otomatik MP44, BAR, Bren LMG, PPS-42 ve kısa mesafe için pompalı tüfekler ve makineli tabancalar avantajlı. Her mesafeye adapte olabilmek için M1 Garand ve SVT-40 gibi yarı otomatik tüfekler olsa da bunları iyi kullanmak belli bir yetenek ve zaman gerektiriyor. Amerikan Ordusu’nda dürbünsüz sürgülü tüfek bulunmasa da bu sorun Springfield için nişan alma süresinin diğer keskin nişancı tüfeklerine kıyasla daha kısa olması gibi ufak detaylara verilen önem, ilk bakışta farkedilmeyen detayların bir multiplayer modu için ne kadar önemli olabileceğini gösteriyor. Haritalar ve silahlardaki dengenin bu kadar iyi kurulmuş olması, sunucu tarayıcısının bulunması ve sunucuların hala aktif olması CoD2 multiplayer modunu 11 yıl sonra bile zevkle oynanabilir kılıyor. Kısa bir not: Oyunu Steam’den aldığınızda Activision multiplayer için gerekli CD-Key’i vermiyor. Bunu aşmak için kısa bir araştırmayla multiplayer oynamanızı sağlayacak key bulabilirsiniz.
Grafik ve Ses:
Call of Duty 2 grafikleri ve efektleri 2005 yılına göre oldukça iyi. Silah modellemeleri göze hiç batmazken, Rusya’daki bina dokularındaki detay yoksunluğunu farketmemek mümkün değil. Çevre ve toprak dokuları ise çok yakından bakılmadığı sürece yaşını göstermiyor. Karakter ve yüz modellemeleri olabildiğince basit tutulmuş. Bu durum çok iyi görüntüler oluşturmasa da en azından TES:Oblivion gibi seneler sonra NPClerin suratına kusma isteği yaratmıyor, bunu da bir avantaj olarak görebiliriz. Animasyonlar ise çoğunlukla olması gerektiği gibi çalışıyor fakat takım arkadaşlarınız makineli tüfek ateşi altında koşarken ölünce ortaya komik görüntüler çıkabiliyor. Grafik konusunda son olarak kullanılan motorun doğası gereği 125, 250 ve 333 FPS’de zıplama ve hareket hızında ufak farklar oluşsa da normal şartlar altında tırmanılamayan bazı yerlere tırmanmak dışında oyunu etkileyen önemli bir fark yok.
Kısa olsa da uzun yıllar boyunca gördüğüm en etkileyici sinematiklerden biri olarak kaldı.
Sesler ise gerçekten de inanılmaz. Silah seslerinin hepsi belli belirsiz duyulduğunda bile ayırt edilebilecek şekilde tasarlanmış ve özellikle multiplayerda önünüzde habersiz duran düşmana ateş etmek yerine geçmesine izin vermek ya da sessizce dipçik ile öldürmek bir sonraki hamle için büyük bir avantaj sağlayabiliyor. Mesela, Moscow haritasında, hele bir de her iki takım da keskin nişancı tüfekleri kullanıyorsa bir mermi bile yankılanıp yerinizi açık edebiliyor. Karakter seslendirmeleri de oldukça başarılı. Captain Price ve Private MacGregor arasındaki konuşmalar sadece emirlerde değil, aradaki esprili diyaloglarda da başarıyla seslendirilmiş. Sovyet görevlerinde de aksanlar karakterlere tam olarak oturacak şekilde yapılmış.
Son Karar:
Call of Duty 2, multiplayer açısından bakıldığında bugün bile oynanabilecek bir klasik. Singleplayer ise maalesef aynı ölçüde başarılı değil. Yine de İkinci Dünya Savaşı meraklılarının kesinlikle oynaması gereken bir oyun.