Rising Storm 2: Vietnam
Tripwire Interactive’in savaş oyunlarının özel bir yanı var. Kendimizi yeri gelince Sylvester Stallone, yeri gelince Steven Seagal olarak hissetmemizi sağlayan piyasadaki FPS oyunlarının aksine Tripwire oyunlarında sadece verilen görevi başarmaya çalışan sıradan bir askeriz. Yaşamamızın ya da ölmemizin bir anlamı yok, önemli olan tek şey görevin başarılı olup olmadığı. Antimatter’ın geliştirdiği Rising Storm da hayatına ilk olarak Red Orchestra 2: Heroes of Stalingrad için İkinci Dünya Savaşı’nın Pasifik Cephesi’ni ele alan bir mod olarak başlamıştı. Modun kapsamı genişledikçe ilk olarak bir ek pakete, sonrasında da Tripwire’ın da yapımcılara desteğiyle dört başı mamur bir oyuna dönüştü. Oyun sektöründe az görülen bir peri masalı sayılabilecek bu hikaye, seriyi yepyeni bir döneme ve bölgeye taşıyan Rising Storm 2: Vietnam’ın Mayıs 2017’de piyasaya çıkışıyla taçlandırıldı.
Devrim Televizyondan Yayınlanmayacak, Oyunlaştırılacak
Elbette yepyeni bir oyun derken Rising Storm 2, Red Orchestra serisinin klasik özelliklerini korumaya devam ediyor. Hala önümüzde vurulan arkadaşımızın yardım çığlıklarını ya da son sözlerini duyabiliyoruz. Özellikle napalm bombası atıldığında duyduğumuz çığlıklar haritanın her köşesini kaplıyor ve Vietnam’da savaşın korkunçluğunu iliklerimize kadar hissediyoruz. 32 kişilik iki takım belki günümüz oyunları için çok büyük bir sayı olmasa da mücadele belli bir yere odaklandığında büyük bir çatışmanın içinde olduğumuz hissini yaratmakta oldukça başarılı. Hedefe ulaşmak için koşarken vurulan askerlerin yerini hemen yenileri alıyor, etrafınıza baktığınızda topçu ateşiyle dövülen bir bölgede cesetler ve uzuvlar uçuşuyor. Başka bir yana baktığınızda düşmanın arkasından gizlice dolaşıp düşman takviyesini kesmek için tünel kurmuş bir takımın (askeri anlamda takım, en küçük askeri grup) helikopter ateşinden kaçıştığını görebiliyorsunuz. Bir tarafta komutanınız takım liderlerinden topçu desteği verilecek koordinatları istiyor, tam topçu desteği isteyecekken bir M16 mermisi radyocu askerin miğferini deliyor ve bölük komutanını ilk şaşkınlığını üstünden atar atmaz en yakın radyoya doğru canhıraş bir şekilde koşturduğunu görüyorsunuz.
Ölüm anlarının her biri adeta bir Robert Capa fotoğrafı. Oyuna karşı daha oynamadan bir korku yaratmamak adına alev makinesi ya da fosfor bombasıyla ölüm fotoğrafı koymamayı tercih ettim.
Bütün bunlar piyasadaki örneklerin aksine destansı bir biçimde değil, tüyler ürpertici bir şekilde gerçekleşiyor. Örneğin radyocu vurulduğunda önce metali, sonra eti parçalayan merminin sesini bütün netliğiyle duyabiliyorsunuz ve hatta eğer yeterince yakınsanız arkadaşınızın gözlerinizin önünde ölümüyle anlık bir dikkat kaybı ve sarsıntı yaşıyorsunuz. Rising Storm 2 bir güç fantezisi değil, her an savaşın korkunçluğunu göstermekten korkmayan cesur bir girişim. Kahramanlık diye bir şeyden söz etmek mümkün değil. Elbette iyi bir oyuncu tek başına bazen bir takımın gerçekleştiremediği işleri gerçekleştirebiliyor fakat bu Rambo gibi bomba atar ve makineli tüfekle yüz düşmanı biçerek olmuyor. Rising Storm 2’de görebileceğiniz kahramanlık hikayeleri çevik hareketlerle düşmanın arkasına sızmayı başaran bir takım komutanının Vietnamlı askerlerin hedefe yakın mesafede ulaşmasını sağlayan tünelleri patlatması ya da hedef ele geçirilemediği için bölük geri çekilmek üzereyken iyi yerleştirilen sis bombalarının bölüğün bir anda hedefe akın etmesini sağlaması gibi örnekler. Sıradan bir askerin on düşman askerini arka arkaya vurduğunu görmek oldukça güç, bunu başarsa bile destekleyen başka askerler olmadığı sürece tek başına hedefi ele geçirmesi mümkün de değil. Zaten bu kadar büyük başarıları kayda değer kılan da nadir rastlanması değil mi? Sıradan piyadeler de dahil olmak herkesin bir görevi var ve oyundaki başarıyı da etkileyen bu görevleri başarıyla gerçekleştirmek. Yani bir patlayıcı uzmanı sis bombalarını takımın ilerlemesine yardım etmek üzere kullanmadığı sürece istediği kadar adam öldürsün, takım arkadaşları onu yine de azarlayacak, hatta görevden bile alacaktır.
Elbette öldürdüğünüz düşman sayısı önemsiz değil fakat işini başarıyla yapan bir radyocu ve takım lideri ondan dört buçuk kat daha fazla adam öldürseniz bile daha çok puana sahip olabilir.
Oyun modlarından en popüleri eski oyunlardan da aşina olduğumuz “Territory”. Bu oyun modunda Avustralya veya ABD askerleri sırayla haritaya dizilmiş genellikle beş ile altı arasında değişen hedefi Kuzey Vietnam Ordusu’nun veya Vietkong’un elinden almaya çalışıyor. Rising Storm 2 ile yeni eklenen oyun modu “Supremacy”’de ise taraflar haritada bulunan istedikleri hedefe saldırıp ele geçirmeye çalışıyorlar fakat hedefin getirdiği puanlar sadece ana üsse doğrudan bağlantısı olduğu sürece sayılıyor. Bu yeni oyun modu oldukça taktiksel ve takımlar birbirleriyle koordine olarak çalışıp onları yönetecek iyi bir bölük komutanına sahip oldukları sürece oldukça güzel işliyor. Tabii ki Rising Storm 2 oldukça iyi iletişim kuran bir kitleye sahip olsa da bunun her zaman gerçekleşebildiğini söylemek mümkün değil. Aynı zamanda Supremacy modunda aynı anda birçok farklı yerde küçük çaplı çatışmalar gerçekleştiği için Territory modunun bahsettiğim büyüklüğüne erişmesi mümkün olmuyor. İki farklı modu da farklı sebeplerden dolayı tercih edenler olacaktır ama şahsi fikrim Territory modunun savaşı çok daha iyi yansıttığı yönünde.
Asimetrik Savaş, Asimetrik Denge
Oyunun Vietnam’daki savaşın asimetrik yapısını oldukça iyi yansıttığını söylemek mümkün. İlk bakışta Napalm ve helikopterlere sahip olmaları sebebiyle ABD daha üstün gözükse de Vietnam’ın sahip olduğu AKM gibi AK varyantları ve RPGler ve Kuzeyli güçlerin daha hızlı spawn olabilme gibi özellikleri ABD’nin üstünlüklerini dengeliyor. Aynı zamanda haritadaki tünellerde Vietnamlı askerlerin silah kullanabilmesi, ABD askerlerinin tırmanamadığı ağaç ve sarmaşıklara tırmanabilmesi pozisyon alma ve manevra kabiliyeti olarak Vietnam’a üstünlük sağlıyor. Bu yüzden savaşın kendisi asimetrik olsa da oyun oldukça dengeli ve taraflardan birinin hiçbir zaman diğerine karşı net üstünlüğü olduğunu hissettirmeden oynanabiliyor. İlk bakışta oldukça zor gelen Vietnam’daki tarafların dengesini bu kadar basit ve etkili bir şekilde oluşturabildiği için Antimatter ve Tripwire’ı tebrik etmek lazım.
İyi pozisyon almış bir hafif makineli tüfekçi düşmana zor anlar yaşatabilir fakat ölümün her zaman bir kurşun ötede olduğunu unutmamakta fayda var.
Charlie Don’t Surf
Gelelim en büyük soruya, peki bu oyunu nerede oynuyoruz? Rising Storm 2’nin haritaları en zayıf olduğu noktalardan biri. Long Tan hariç hiçbir haritada lütfen burayı oynamayalım diye içimden geçirdiğimi hatırlamıyorum ama oyundaki iyi haritaların sayısının sadece iki olması (Cu Chi ve Hue City) sürekli olarak aynı haritaların oynanmasına ve nihayetinde oyundan biraz olsun daha kolay sıkılmaya sebep oluyor. İlk büyük güncelleme olan Bushranger az da olsa yeni haritalar eklemiş olsa da oyunun Red Orchestra 2 ya da Rising Storm gibi kalıcı olması için daha fazla sık oynanan haritaya ihtiyacı olacak. Araçlar da oyunun başka bir zayıflığı. Amerikan helikopterleri hariç oyunda hiçbir araç bulunmuyor. En azından Amerikan tarafı için zırhlı personel taşıyıcılar ve Vietnam için mobiletten bozma araçlar bazı haritalarda oldukça fark yaratabilir ve oyunun derinliğine olumlu bir katkıda bulunabilirdi. Ayrıca böyle araçlar oyundaki haritaların da Red Orchestra 2 haritaları kadar büyük olmasını sağlayabilirdi. Fakat en azından Antimatter’ın oyuna başka araçlar eklemek için çalışmalarını sürdürdüğünü biliyoruz.
CCR Sevdalılarına Karşı Girişilmiş Küresel Bir Komplo
Sesler daha önce bahsettiğim gibi hiçbir FPS oyununda görmediğim kadar etkileyici. Sadece ölüm öncesi yalvarmalar ve çığlıklar değil emirler ve aradaki alaycı sözler de oyuna oldukça iyi yedirilmiş ve atmosferi tamamlamakta önemli bir rol oynuyor. Hatta söylentilere göre beta testlerde deneyenler gerçekten rahatsız olduğu için ölüm anındaki seslerin etkisi düşürülmüş. Oyun çıkmadan önce Antimatter’ın ve Tripwire’ın bütçesini de düşünerek müziklerde Battlefield: Vietnam kadar kaliteli ve geniş bir seçki beklemiyordum ama her ne kadar Creedence Clearwater Revival hayranı olsam da insanın sürekli Run Through the Jungle duymaktan sıkılması gayet doğal bir durum. Grafiklerde ise Unreal Engine 2.5 artık yaşını iyice göstermeye başlamış. Grafiklere kötü demek mümkün değil fakat bu seviyedeki grafiklerin en güçlü donanımlarda bile bu kadar FPS düşüşü ve stabil olmayan bir FPS vermesi pek de normal değil. En azından grafiklerdeki eksiklik oyunun özenle seçilmiş renk paleti ile başarıyla kapatılmış. Hem grafiklerde hem de seslerde savaşın ideolojik yanının daha iyi vurgulanmış olmasını isterdim ve açıkçası Red Orchestra 2’yi düşünerek böyle bir beklentiye de sahiptim. Fakat Rising Storm 2 savaşın arkaplanından ziyade savaşın kendisini göstermeye daha çok odaklanmış.
Sonuç:
Antimatter Games, Red Orchestra serisine doğrudan bağlı olmayan ilk oyunu için iyi bir iş çıkartmış fakat bahsettiğim olumlu noktaların büyük çoğunlukla Antimatter’ın Red Orchestra serisine getirdiği yenilikler değil, serinin halihazırda sahip olduğu özellikleri başka bir ortam ve başka bir savaşa adapte etmesi olduğuna da dikkat etmek gerekiyor. Yine de klasik Red Orchestra formülünün gücü ve başarısı şikayet edecek pek bir şey bırakmıyor geriye.