Uprising44: The Silent Shadows
1944 Varşova Ayaklanması aslında oyunların hikaye anlatma becerilerini sonuna kadar değerlendirebilecek bir potansiyele sahip. Bir yanda Katolikler, komünistler ve sağ kalmayı başarmış az sayıda Yahudi, bir diğer tarafta şehrin sınırlarına dayanmış Kızıl Ordu, başka bir yanda Müttefik paraşütçüler ve sonunda hepsinin ortak düşmanı Nazi Almanya’sı arasında geçen mücadele ve bunların arasındaki iç mücadeleler, bir trajedi ve fon olarak Avrupa’nın en güzel şehirlerinden biri Varşova var. Varşova Ayaklanması hikaye anlatma potansiyeliyle de kalmıyor, aynı zamanda oyun mekanikleri olarak silah ve araç çeşitliliğiyle muazzam bir imkan tanıyor. The Witcher serisiyle kendini kanıtlamış CD Projekt Red’in çıktığı toprakların hikayesini kaynağından aktardığı Varşova Ayaklanması sırasında geçen bir açık dünya RPG oyunu hayallerimi süslese de hayallerim gerçek olana kadar başka örneklere bakmak zorunda kalıyorum.
CI Games’in yaptığı ve oldukça iddialı bir şekilde piyasaya çıkan Enemy Front Varşova Ayaklanması’ndan kısa bir kesit sunsa da zaten dört saatlik olan oyunun sadece küçük bir kısmı ayaklanmaya ayrılmıştı ve hikaye anlatmak açısından başarılı olduğunu söylemek mümkün değildi. Bu da geriye savaşa hep belli bir mesafeden ve doğal olarak da belli bir hissizlikle yaklaştığımız strateji oyunlarını ve Uprising44: The Silent Shadows’u bırakıyor.
Kontra Kültürel Emperyalizm?
Polonyalı DMD Enterprise’ın yaptığı TPS türündeki oyun ilk bakışta yapımcılara kendi hikayelerini anlatma fırsatını verdiği için tam olarak da oyunlarda aradığım bir noktaya temas etmiş gibi gözüküyor. O da Anglosakson kültürünün her yere yerleştiği dünyada farklı kültürleri Anglosakson perspektifinden değil de o ulusların kendi bakış açılarından tanıma imkanı. Bu yüzden The Witcher, Metro, S.T.A.L.K.E.R. gibi seriler ilgimi çekiyor ve oyun ilk hayalkırıklığımızla bizi tam da burada tanıştırıyor. DMD Enterprise belki daha çok insana hitap etmek ya da daha çok ilgi çekmek amacıyla konuyu Müttefik paraşütçüler üzerinden anlatıyor. Polonyalıların yaptığı, Polonya’da geçen ve Polonya’nın direnişini anlatan bir oyunda İngiliz bakış açısını yansıtmaya çalışmak doğal olarak oyun boyunca yapaylık hissi yaşamamıza sebep oluyor. Bu yapaylığı oyun başlar başlamaz hikayede görmemiz mümkün. Oyun adeta beni çok fazla Hollywood filmi izlemiş biri yazdı ve Hollywood kültürünü İngilizler’e eklemlemeye çalıştı diye bağırıyor. Eğer Uprising44 bir hikaye anlatmaya çalışmıyor olsaydı bu bir nebze affedilebilirdi ve seksenlerin sadece üç satırlık bir hikayeye sahip oyunları gibi değerlendirmemizi sağlayabilirdi fakat sürekli olarak gözümüze sokulan ara sahneler ve berbat seslendirmeler durumun böyle olmadığını ortaya koyuyor. Varşova Ayaklanması gibi bir potansiyel nasıl böyle bir hikaye ile birleştirildi bilmiyorum ama bilmek istediğimden de emin değilim.
Ben inandım açıkçası. Zaten ana karakter de inanmış olmalı ki sadece tamam diyor cevap olarak.
Hikayeden kısaca bahsetmek gerekirse ki Uprising44 için kesinlikle gerekmediğini söyleyebilirim, iki arkadaş ve grubumuza katılan diğer üyelerle Nazi öldürüyoruz. Görevler yaklaşık on dakika sürüyor ve bunun iki dakikasını ara sahneler alıyor. Bu ara sahnelerde genellikle kendisine karşı herhangi bir bağ kuramadığımız karakterler şakalaşıyor ya da ufak trajediler yaşıyorlar. Bu sırada altyazıların konuşmalardan farklı olduğuna da dikkat çekmek gerek. Hem altyazı hem de seslendirme aynı şeyi farklı şekillerde söylese de zaten seslendirilmiş bir oyuna altyazı hazırlamanın ne kadar zor olduğunu merak etmemi sağlayarak en azından kendinden bahsettirmeyi başardı. Kaç tane oyunda altyazılardan bahsediyoruz ki sonuçta?
Savaş Cehennemdir:
Görevler on dakika sürüyor demiştik, iki dakikası ara sahnelerle geçen görevlerin iki dakikası da oyunun gerçek zamanlı stratejiye dönüştüğü kısımlar ile geçiyor. Burada yapay gerizekaya çeşitli emirler vererek bir görevi başarmamız bekleniyor. Zaten dürbün kenarlarıyla yüzde yetmişini göremediğimiz alanda önünden geçen Alman askerlerini vurmayı reddeden vicdani retçi askerlerimize verebildiğimiz üç basit emirle (ilerle, saklan, vur) konvoyu koru, bölgeyi tut gibi klasik strateji oyunu görevlerini başarmaya çalışıyoruz. Yaklaşık 500 metrelik bir mesafeyi taraya taraya gelip ağzını burnunu dipçikle kıran düşmana karşı ideallerine ihanet etmemek için eli kolu bağlı oturmayı tercih eden askerimiz savaşın ne kadar korkunç bir şey olduğunu tekrar anlamamızı sağlıyor. Tabii bizim emir verdiğimiz asker oturmayı seçerken yapay zekanın doğrudan kontrol ettiği düşmanlar nasıl görünmez engellere takılıp oldukları yerde kalmıyorlar henüz anlayamadım. Bunu da Uprising44 ile ilgili anlayamadığım şeyler kategorisine sokabiliriz.
Görevlerin ana gövdesini oluşturan sekiz dakikalık TPS kısmı ise bir yapısöküm şaheseri. Artık bir klişe haline gelmiş bildiğiniz ne varsa unutun sloganı Uprising44’e çok yakışıyor. Sağlam bir siperin arkasındayken siperin üstüne ateş eden düşmanın sizi vuramamasını beklersiniz. Uprising44’te ise oyunun keyfi kurallarına göre vurulabilirsiniz de vurulmayabilirsiniz de. Ya da silah kullandığınız sıradan bir oyunda düşmanın kafasına ateş ettiğinizde düşmanın ölmesini beklersiniz değil mi? Uprising44’te böyle değil! Merminiz her an görünmeyen engellerden birine takılabilir. Uprising44 bu şekilde sürekli olarak oyuncuyu diken üstünde tutmayı başarıyor ve tam olarak da bildiğimiz her şeyi unutturuyor. Ayrıca mermi demişken zor oyunlardan zevk aldığımı söylemem lazım. Ama oyunda mermi o kadar az rastlanan bir şey ve silahlarınızın verdiği hasar o kadar komik ki sürekli olarak düşmanları en az mermi harcayarak hatta hiç mermi harcamadan öldürme yolu arayıp durdum. En azından bir sonraki bölüme başlayınca mermi stoğunuzun yenilenmiş olması DMD Enterprise’a göre çok “noob” bir durum. Bir önceki görevde sürekli yeniden doğan düşmanlara karşı mermilerinizi harcadıysanız bu tamamen oyuncunun suçu. Sizin geriye sadece sekiz merminiz ve dipçiğiniz kaldıysa bunu düşünmek oyunun sorumluluğu değil. Hatta elinizde bol mermili güzel bir silah varsa oyunu bir anda kolaylaştırmamak için Uprising44 elinizdeki bütün mermilere el koyabilir. Belki oyun bir düşmanı öldürmek için üç dört şarjöre ihtiyacı olan takım arkadaşlarımıza veriyordur mermilerimizi, burası Varşova ve buradan çıkış neyse ki sadece bir Alt+F4 uzaklığında.
Seni o kadar iyi anlıyorum ki bilemezsin.
Grafikler ve tralallallaa:
Elbette saygın bir araştırmacı gazeteci olarak grafiklere ve animasyonlara da değinmeden geçmeyeceğim. Grafiklerdeki yoğun blur efekti dokuların çirkinliğini kapatmak için yapıldıysa 2014 yapımı bir oyun için gerçekten ayıp, sürekli neyin nerede olduğunu anlayamayalım diye yapıldıysa daha da ayıp. Aslında blur efekti olmasa grafikleri pek umursamayarak geçebilirim hatta karakterlerin omuzlarının aslında gövde olması gibi sorunlara bile değinmeyebilirim diye düşünüyordum. Fakat Uprising44 oyun yapımının en ölümcül günahı olan aynı doku ve seviye dizaynını ardarda kullanarak kendi sonunu getirdi. Bir apartmandan diğerine geçtiğinizde aslında oyunda ilerlemiş oluyorsunuz ama her yer Ctrl+C ve Ctrl+V prensipleriyle dizayn edilmiş olduğundan sürekli bir dejavu hissi oyuncuyu sarmalıyor ve delirdiğini sanmasına sebep oluyor. Bildiğiniz her şeyi unutun demiştik değil mi? Animasyonlarda ise 2000-2005 arası oyunlara çıkan modların daha iyi olduğunu hatırlıyorum ama bunu da affetmeye hazırdım. Ta ki animasyon ile konuşma arasındaki fark 5-6 saniyelere çıkmaya başlayana kadar. Oyunda fare hassasiyetini ayarlamak için bir seçenek olmaması oyunun bir başka ölümcül günahı. Eğer farenizde farklı profiller oluşturma seçeneği yoksa hassasiyeti ayarlamak için tek çareniz her seferinde Windows ayarlarında farenin DPI ayarını değiştirmek olacak.
Bombalayıp yıkmak için türlü badireler attığımız kapının arkasında aynı tipte bir kapı daha var. Fakat bu ne bizim ne de takım arkadaşlarımızın hiç umrunda olmuyor ve başka bir yerde başka bir görevle hayatımıza sorunsuz bir şekilde devam ediyoruz.
Hayatımın büyük bir kısmını aynı bilgisayarla geçirdim ve alındığı dönemde de zaten orta-üst seviyede olan bilgisayarın zamana yenik düşmesinin etkisiyle en kötü oyundan bile tat almaya çalıştım ve alıştım. Şimdiye kadar hiçbir oyun bana “neden sıcak yatağımda uyumak varken oyun oynuyorum ki” diye düşündürtmeyi başaramamıştı. Uprising 44’ün yapısökümcülüğüne bir artı da buradan. Teğmen Janek Twardowski’ye saygımdan bu bahsi daha fazla uzatmıyorum ve herkese esenlikler diliyorum.